Konuya geçmeden önce Antakya neresidir? Hatay neresidir? Tekrar yazmak istiyorum. Çünkü basın mensubu arkadaşlarım dahil TV’lerde yayına katılan bir çok kişinin bu ayrımı hala yapamıyor olduğunu görmek çok üzücü. Çünkü Hatay ve Antakya sıradan yerler değiller.
Antakya, o bölgede kurulan ilk yerleşim yeri. MÖ 300’lü yıllarda ‘Antioch’ adı altında kuruluyor (Geçen yazımda nasıl kurulduğuna kısaca değinmiştim). Onlarca medeniyet doğuyor bu bölgede. Bizans İmparatorluğu döneminde imparatorluğun 3. Büyük şehri unvanına sahip olan Antioch, tarihsel süreçte Antakya oluyor.
Hatay ise Atatürk ile giriyor hayatımıza. Antakya 1938 yılında Türkiye’ye dahil olunca Atatürk o bölgeye bu ismi veriyor. Hatay’ın 15 ilçesi var. Antakya da Hatay’ın en büyük ilçesi.
Dünya o bölgeyi tarihte Antioch olarak tanıyor. Halen yabancı kaynaklara şöyle bir göz atacak olursanız Antioch yani Antakya ile ilgili birçok bilgi bulabilirsiniz. O kadar çok medeniyete ev sahipliği yapıyor ki Antakya bir Antakya kültürü oluşuyor binlerce yıl içinde.
Evet; Antakya’nın binaları yıkıldı, yolları yarıldı, ağaçları devrildi. O binalarda yaşayan canlarımız hayatını kaybetti. Ama Antakya yok olmadı, zaten olamaz. Bakın neden olamaz yazayım buraya madde madde.
Mesela Antakya kahvesini hiç duydunuz mu bilmiyorum. Antakyalı nereye giderse gitsin kahvesini yanında taşır. Yurt içi yurt dışı seyahatlerinde bavulunun bir köşesinde mutlaka bu kahveye ve bir cezveye her zaman yer vardır. Çünkü Türkiye’nin ve dünyanın hiçbir yerinde yok böyle bir kahve tadı ve pişirme şekli. Yakın tatlar var mutlaka ama aynısı yok. Kahvenin en az iki kez kavrulmuş olması gerekiyor ve kaynayarak pişiriliyor. Kahvenin püf noktası: kesinlikle köpüksüz olacak. Köpük olursa içmez o kahveyi Antakyalı. Sizce yok olur mu bu damak zevki, bu alışkanlık?
Antakyalı misafirine geldiğinde “hoş geldin” der, hepimiz gibi. Ama giderken de “hoş geldin” der hepimizden farklı olarak. İyi ki geldiniz, ne iyi ettiniz anlamında. Benim ezelden beri bildiğim gibi “güle güle, hadi güle güle” deyip kapıyı kapatmaz. İnanmayacaksanız apartmanın girişine kadar eşlik eder misafirinin gidişine. İlk zamanlar bana da garip geliyordu ama biz böyleyiz işte.
Antakyalı misafirine bir kez değil, iki kez değil, üç kez değil defalarca sorar “bir şey içer misiniz, bundan da yer misiniz?” diye. Hatta şehir efsanesidir; eski tarihlerde herkesin evinde telefon olmadığı zamanlarda bir eve misafir olarak giden kadına, ev sahibinin en son ikramı “buyurun bir telefon açın” olduğu söylenir. Bu görgü ile büyüyen Antakyalıların binalar yıkıldı diye bu alışkanlıklarından vazgeçeceği mi düşünülüyor?
Bir Antakyalının evinde, akşam yemeği değil öğlen yemeği daha önemli bir yer tutar. Yemekler öğlen için hazırlanır, kalan yemekler akşama yenir. Çünkü okula giden çocuklar, evin babası ve annesi, hatta varsa çalışan çocuk, öğlen yemeğinde buluşurlar evde. Mesafelerin kısa olmasının elbette bunda etkisi büyük ama şehrin kültürü bu. En önemli ayrıntı da yemekte ne yenilecek ise hepsi servis tabakları ile masada yer alır. Yani evin annesi ikide bir masadan kalkıp yemek servisi yapmaz. Aile hep birlikte oturur masaya. Misafir geldiğinde de usul aynı. Çeşit ve sunum şekli biraz daha farklı olur sadece. Ev sahibi mutlaka ve mutlaka kendi elleriyle servis yapar misafirine. Gelir düzeyleri, dinleri, mezhepleri farklı olsa da yemek ritüeli budur Antakya’da. Ben Antakyalı olmadığım halde bu usulü çok benimsedim, masamı hep böyle hazırlarım. Şimdi şehirde yollar yarıldı diye Antakyalı vazgeçecek mi bu alışkanlığından sizce?
Antakyalı iyi gününde yalnız bırakmaz eşini dostunu. Yeni evlenen bir çift, ya da dünyaya yeni gelen bir bebek veya okul mezuniyeti için “tebrik” alınır evde. Hele ki gelin tebriği ise bu, gelin gelinliği ile oturur 3 gün boyunca. Tebriğe gidenler hediyesini götürür, ev sahibi de bol bol ikram yapar. “Ay ne zahmetli iş” diye düşünmeyin ikramların çoğu tebriğe gelenlerin evinde hazırlayıp getirdikleridir. Konu komşunun eşin dostun elinde getirdiği ikram ile hazırlanan masayı unutmak mümkün mü şimdi?
Acı gününde de bir araya gelir Antakyalı. Cemaatlere göre ritüeller değişse de saygı hep önceliklidir. Aleviler mesela saat ile alırlar taziyelerini evlerinde ya da belirlenen bir Alevi ziyaretinde. Taziye evinde sürekli dua okunur, hoca ara verdiği zaman giriş çıkış yapılır taziye yerine. Cem evi yoktur bizde, Çünkü Antakya Alevisi Nusayri Alevi’sidir. Anadolu Alevi’sinden farklıdır ibadet şekilleri. Hıristiyan dostlarımız kilisede alırlar taziyelerini. Sessizce beklersin sana ikram edilecek kahveyi, kahven bitince de yan yana oturan aile fertlerine başsağlığı dileyerek yine sessizce ayrılırsın o mekândan. Sünniler, saat vermezler gelmek isteyenlere. Her saat gidilebilir taziye için. Eş dost sıraya girer o evde yenilecek yemek ikramı için. Bu acı zamanlarda bu ritüellerin hiçbiri yapılamıyor maalesef, ama unutulur mu sizce bu adetler?
Kilisede besmele çeken de vardır, ziyaret (türbede) mum yakan da. Cenaze töreninde dua eden de vardır, arya söyleyen de. Garip gelebilir ama biz böyleyiz işte.
Yılda en az 60 bayram kutlanır Antakya’da. Alevi’si, Sünni’si, Hıristiyan’ı, Yahudi’si. Herkes ayrı ayarı ama birlikte kutlar bayramlarını. Hıristiyanların paskalya bayramında boyadıkları yumurtalar hepimizin evinde olur o tarihlerde. Komşularımız gönderir çünkü. Ramazan bayramında yapılan Kömbenin (özel tatlı bir çörek) kokusu unutulacak mı sizce bu deprem ile birlikte?
Pohur vardır mesela Antakya’da. Perşembeyi cumaya bağlayan akşamlar sala verilirken, balkonuzun kapısı ya da camınız açıksa buram buram duyarsınız o kokuyu. Adaçayına benzeyen bir bitki pohur. Kabukları tütsü gibi yakılar. Nazara iyi geldiğine inanırız biz. Ne olacak yani şimdi Antakya yıkıldı diye pohur yakmayacak mıyız?
Evet Antakya’nın binaları yıkıldı, yolları yarıldı, ağaçları devrildi. O binalarda yaşayan canlarımız hayatını kaybetti. Ama Antakya yok olmadı, zaten olamaz. Antakya’nın üstünde yıkılan tarihi binalardan daha fazlası şehrin altında yer alıyor, bunu herkes biliyor. Şu anda yerle bir olmuş Kurtuluş caddesinin altında örneğin, Dünyanın ilk aydınlatılan caddesi olan Herod caddesinin (sütunlu cadde) sütunları hala sapasağlam duruyor. Antakya’nın neresini kazsanız tarih çıkardı. Ve hep söylenen şuydu; “alttaki şehri çıkartmak için, buraların tamamen istimlak edilmesi ve yıkılması gerekiyor ama bu mümkün değil”. İşte tam zamanı. Madem şehrin üstü yıkıldı, şehrin altını ortaya çıkartmak ve Antakya’yı yeniden ayağa kaldırmak gerekiyor. “Antakya yok oldu” söylemleri Antakyalılara, Antakya severlere iyi gelmiyor. Biz biliyoruz ki Antakya’nın sadece zamana ihtiyacı var. Üstelik Antakya ne kadar kısa sürede toparlanırsa Hatay o kadar sürede ayağa kalkar. Destek verilirse daha kolay olur elbette ha verilmez ise biraz daha fazla çalışmalıyız. “Antakyalılar koli ile beslenir, koloni halinde gezer”, bu sözü Antakyalıları tanıyan herkes bilir, bilmeyenlere daha sonra bir ara anlatmaya çalışırım, ama kısaca şöyle özetleyebilirim; Antakyalı sımsıkı sarılıdır birbirine, kültürüne ve memleketine. Yitip giden canlarımız için sorumluyuz biz hayatta kalanlar. Antakya sadece yıkıldı, yok olmadı.